23 Kasım 2012 Cuma

Yıllardır yanımda. Ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim, ne giyersem giyeyim, saçım nasıl olursa olsun, makyajım olmasın, makyajım akmış olsun, hasta olayım, gözlerim şişmiş olsun ağlamaktan, burnum akmış olsun, huysuz olayım, sinirli olayım, üzgün olayım, heyecanlı olayım, mutluluktan öleyim. Yanımda hep. En önemli anlarımın şahidi o, hakkımda benim bile bilmediklerimi bilen de. Herkes bana arkasını döndüğünde, konu ne diye sormadan dimdik yanımda dikilen de o, kendimi en kötü hissettiğim anda yüzümü güldüren de. Hatta daha fazla mutlu olamam diye düşünürken, balonlarla, çiçeklerle, söyledikleriyle beni bulutların üzerine çıkartan da.

Hep vardı bir şey. Küçük bir zaaf, küçük bir 'crush'. 'Olmadı, evleniriz' geyikleri, garip garip şakalar.

Ama hiç bu kadar ciddi çıkmamıştın karşıma, seninle o gün konuşana kadar, sana o gün o kadınlardan bahsettin diye kızdığımı bilmiyordum mesela, tam da o gün "hadi birlikte olalım" desen, "evet" diyeceğimi de bilmiyordum, bir başka gün seni kıskandığımı da. Sana söylerken fark ettim sanırım.

Kafandaki planları anlattın işte, sırf benim 'evlenme' geyiğimi ciddiye aldığın için. Kafandaki plan, sonunda seninle olmammış meğer başından beri, uzak olmamız ölesiye mutsuz ediyormuş seni. Hala uzaksın, değişen bir şey yok, sadece karışan kafam var.

Sevgilim var, huzur veren, seven, sevdiğim, sakin, dingin. O da beni seviyor olduğum gibi. Ama hiç görmedi mesela beni 16 yaşımda 'Giyecek hiçbir şeyim yok' diye ağlarken. Sırf yüzüm biraz gülsün diye ortalığı ayağa kaldırmadı hiç, ona o kadar kapris yapmadığımdan. Benimle sokaklarda sekerek yürümedi de, dışarıda deli gibi yağmur yağarken benimle dans edip, bittiğinde izleyen insanlara selam da vermedi hiç. Haksızlık ediyorum belki, o benimle hiç 16 yaşında olmadı çünkü.

Ama mutluyum ben, ama huzurluyum, ama güzel burası, ama seviyorum farklı bir şekilde daha önce tanıdığım herkesten. O da beni sevmekten başka hiçbir şey yapmadı ki zaten.

Dengemi bozdun adam. Çok pis bozdun.


"i just wanted you to know that
bill was underreacting compared to me when he learns that his blonde was getting married
could i make my point?"



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Renkler!

Renkler gibisin. Öyle parlak, canlı, gözlerimi alamadığım.
Güzelsin. Çok.
Hatta, en güzel renk sensin.
Ve her düşer gibi olduğumda, refleks olarak elin uzanıyor, beni tutmak için.
Bütün istediğim buydu ki benim. İyi ki varsın, iyi ki geldin.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

İyiyim ben, bu sefer gerçekten.

Huzurum var çünkü. Çünkü, seni tanımaya çalışıyorum. Eskiden, biraz zorluk, biraz heyecan, biraz atraksiyon olsun diye hep sende olanlara sahip olmayan kim varsa onları kovalardım. Olmayanı oldurmaya çalışırdım, savaşırdım hep, sanki aşk, birçok zaferin sonunda verilen ödülmüş gibi.
 Savaşmadım hiç senin için, seni de savaştırmadım kendim için. Bıraktım sadece öyle, bıraktın sen de. Öptün sadece, öp diye yanaşmıştım ben de zaten, o kadar. Sonra zamana izin verdik, görevi olan her neyse onu yapsın diye. Başka hiçbir şey yapmadık, gerek kalmadı ki zaten. Sonra, bir baktım, huzur, mutluluk ve aşk nerede olduğumu kendiliğinden keşfetmiş; belki de zaman söylemiştir onlara nerede saklandığımızı.
Evet, tanıyorum seni ve hakkında keşfettiğim her şey, sana daha da hayran olmama neden oluyor. Her cümlende kendimden biraz daha fazla şey buluyorum. Korkuyorum bazen, sen de aynı hayranlıkla bana bakarken. "Ya" diyorum, "ya fark ederse normal bir insan olduğumu?" Sen bana her "Nesin sen?" diye sorduğunda korkuyorum, çok değişik değilim ki ben, Gökçe'yim işte, 24 yıldır kimse şaşırmadı ki beni gördüğüne bu kadar! Neden şaşırıyorsun ki sen? Şaşırmasana, ya yanlış bir şey yaparsam birden? Daha da kötüsü, ya normal bir şey yaptığımı fark edersen? Ya gidersen sonra? Ya giderse huzur, mutluluk? Bakmasana öyle, sen öyle bakınca şaşırıyorum ben. Biraz çirkin olsana? Ya sıkılırsan sonra kahramanlıktan?


No te amo como si fueras rosa de sal, topacio

o flecha de claveles que propagan el fuego:

te amo como se aman ciertas cosas oscuras,

secretamente, entre la sombra y el alma.

Te amo como la planta que no florece y lleva

dentro de sí, escondida, la luz de aquellas flores,

y gracias a tu amor vive oscuro en mi cuerpo

el apretado aroma que ascendió de la tierra.

Te amo sin saber cómo, ni cuándo, ni de dónde,

te amo directamente sin problemas ni orgullo:

así te amo porque no sé amar de otra manera,

sino así de este modo en que no soy ni eres,

tan cerca que tu mano sobre mi pecho es mía,

tan cerca que se cierran tus ojos con mi sueño.
P. Neruda Soneto XVII

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Peace.

'Sıkıcı'yı yaşıyorum. Sıkıcı. Ama gerçekten hiç şikayet etmiyorum halimden. O kadar çok huzurum var ki. O kadar çok huzurum var ki, kalkıp paintball oynamaya, dağ başında ATV sürmeye gidebiliyorum. Hayatımın engebesi olmadığı zaman, tüm enerjimi başka insanlara harcamam gerekmediği zaman, ağaçların arasında koşturacak, hatta hız yapacak enerjim kalıyormuş demek ki. Kalıyor ve artıyor bile enerjim. O kadar sıkıcı ki, acaba yarın ne olacak diye düşünmüyorum. Dün ne oldu, neden öyle oldu diye de düşündüğüm yok pek. Küçük ufak heyecanlar var, çoğu zaman güzel olanlar. O kadar sıkıcı ki, hayat akıyor, gidiyor, ben de bıraktım kendimi. Akrobatik hareketler yok. Sakin. Güzel. Peace is all I've been needing.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Laid back.

Sanırım artık sırtımı yaslayabilmeliyim. Çünkü ben sırtımı yaslayabilmek istiyordum zaten. "Oh, tamam, sıkıntı yok" diyebilmek. Kapı gibi bir adam var orada. Sağlamlığından şüphe duymama neden olabilecek hiçbir şey yaşamadık, duymadım, yapmadı, ve saire. Hatta tam tersi, "Buradayım ben, bir yere gittiğim yok, gitmeye niyetim de yok" diye bas bas bağırıyor attığı her adım. Tek engel, benim sırtımda daha önceden oluşmuş, geçmiş düşmelere dayalı morluklar. Bir de o dimdik durma alışkanlığı, diken üstünde hep. Öyle, diken üstündeyim hala manasızca. O kadar.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Şimdi de bunlar geldi içimden.

Bence benim gerçekten davranış sistemimin temelinde sıkıntı var, evet. Baştan inşa etmem gerekiyor olabilir. Bana istediğim her şey bir şekilde verilince de saçmalıyorum. Geçenlerde Amaltheian demişti bence bize müstehak bunlar diye, öyledir belki. Duramıyorum. Elimdekini ya alırlarsa diye, daha fazlasını depolamaya çalışıyorum sürekli. Daha önce elimden alınanlara karşı bir nevi kendimi bir şekilde sigorta ettirmek belki, ne bileyim. Belki tüm bu yaşananlara rağmen hayatta kalmanın başka bir yolu vardı, ama ben kaçırdım onu. Belki de o kadar kırıldım ki, bundan sonra yaşayacağım her şey kırık olmak zorunda. Hiç bu kadar içten pazarlıklı düşünmek istemedim, biliyor musun? O anın güzelliğine hiçbir şekilde "ya ... olursa" gibi cümlelerle zarar getirmek de istemedim. Olmakta olanı düşünmek istedim hep, olmuş olanı değil, olabilecek olanı hiç değil. Onu aldılar elimden belki, belki ben verdim. Bilmiyorum. Sadece yaralarımın tek bir kabuğu yok artık, birkaç tane var. Ben kaşımaya çalıştıkça elime vurulsa da, varlar onlar. Derim görünmüyor artık. Yaşadıklarımla el ele verip, içimi çirkinleştirdim. Ojemin ne renk olduğu ne fark eder ki? Keşke olsak.

12 Nisan 2012 Perşembe

"Gidiyorum bak, şimdi gittim, bak gidicem, hadi gittim görüşürüz, şaka şaka gidemedim yine bak" gibi şeyler bir yere kadar söylenebiliyor sanırım. Sonra birden fark ediyorsun uzun süredir yüzüne bakmadığın "kendine saygı" denilen halt üstün gelmiş. Herkesi yenmiş, "hani bana, hani bana?" diyor.
Ne biliyor musun?
Yazıklar da olmasın uçurtma halime bence. Uçayım ben, istediğim yüksekliğe çıkayım, biri tutarsa ipin ucundan, kaybolamam ki istesem de.
Hatta bumerang halime yazıklar olsun, o halim gelmesin hiç geri.

Mesele ne aslında biliyor musun?
Şimdi de mutlu değilim aslında, ama kimse bana sınırlar koymuyor şu an. Mutluluğun tam sınırına çizgi çekip, "hayır, sen buraya gelemezsin" demiyor kimse. Belki kolay bulunan bir şey değil mutluluk, ama biliyorum artık, o gidebileceğim yerlerde. Belki yine de gidemem uzun süre o yerlere, ama şu şaşkın halimin verdiği haz bile uzun süre idare eder beni, gerçekten.
Ve son bir şey daha;
Kendini istediğin kadar üz, istediğin kadar hırpala, hiçbir şeyin diyetini ödemiş olmuyorsun, bari mutlu ol.
Bu kadar.
Daha fazla düşünecek vaktim bile yok!

27 Mart 2012 Salı

Boy veriyorum

Veremiyorum. Derin burası. Ayaklarım yere değene kadar gidersem, tamamen suyun altında kalırım ben. Kalsam, geri çıkamam ki su yüzüne, zamanın beni kaldırma kuvveti olmadan. Boğulur muyum ki acaba zamanı beklerken?
Neden açıldım ki ben en bilinmeyenlere doğru.
Neden herkes kıyıda?
Az önce birisinin "Hadi yarışalım!" diye benimle birlikte yola çıktığına eminim üstelik. Ne ara döndü ki, saçları bile kurumuş!
Neden her şeyden en son benim haberim oluyor? Ben buraya gelmek bile istememiştim üstelik. Kumdan kalelerim vardı, sahilde yapıp yapıp yıktığım. Arada gidip yürüyordum işte kıyıda, yalnızca ayaklarım suyun içinde. Tek derdim ayağıma batan çakıl taşlarıydı işte, ama bir adım ötemdeydi kumlar, kaleler. İstesem birkaç hamlede kendimi kuma bile gömebilirdim o zaman. Ne gerek vardı ki buraya gelmeye?
Zaman, kaldır beni buradan. Vurayım kıyıya sonra. Söz, açılmam bi daha.

*
Uzun süredir ne kadar mutsuz olduğumu fark ettim bugün. Bugün fark ettim bunu, yavaş çalışıyor biraz kafam. Canım acıdı, o kadar.

24 Şubat 2012 Cuma

Beklentilerim ve ben.

Ben bundan korkuyordum ki işte.
Bir şeye çok ihtiyaç duymaktan, çok ihtiyaç duyduğumu kendime itiraf etmekten.
O şey için, başkasına muhtaç olmaktan.
Bugün iki farklı soru vardı karşımda, iki farklı insandan gelen;
"Benden beklentin ne?" ve "Hayattan beklentin ne peki?"
Birine her ne kadar ruh sağlığımı korumak için cevap vermemiş olsam da, ikisinin de cevabı "huzur" aslında.
Huzur. İçinde soru işaretleri bulunmayan, binbir tilki dolaşmayan, "Acaba?" diye sormayan bir kafa.
Erken belki bazı şeyler için savaşmaktan yorulmuş olmak için, ama inan enerjim yok.
O kadar yolunda gitsin ki her şey, sıkılayım istiyorum.
Sana sırtımı yaslarken o kadar emin olayım ki, nefes alabileyim yeniden.
Denge istiyorum.
Sakinlik.
Ne kendimin, ne de başkasının karmaşık duygu ve hareketleriyle uğraşmamak.
Öyle.
Huzur.
* - "Çünkü kalmak istiyorum artık."

23 Şubat 2012 Perşembe

4-14-24

Ne kadar uzun zaman oldu o iki kelimeyi söylemeyeli..
Öyle garip hissettim ki, çaresiz gibi çok, çok güçsüz gibi.
Öyle bir sarıldın ki bana, "Tamam," dedim, "burada bir şey olmaz bana."
Sonra gece, "Hissediyor musun şimdi?" dediğinde anladım, senelerdir içimdeki boşluğun ne kadar büyük olduğunu.

Hissettim çünkü, hissettikçe canım acıdı. Çünkü neyin eksik olduğunu bilmiyorsan, eksik olan şey olmadan da yaşayabilirsin, o kadar acımaz. Ama şu an o benim mi, onu bile bilmiyorum. Alıyorsun, götürüyorsun uzağa bazen kendini. Saklanıyorsun bir yere, seslensem de çıkmıyorsun, almıyorsun beni içeri. "Git," diyorsun, "bak yoksa düşersin benimle, hiç iyi değilim ne zamandır." Sonra bir gülüyorsun, "sesin öyle olmasın ama bak" diyorsun, bir kere bakıyorsun gözümün içine ya da "Tamam çocuk, alıcam yarın sana Kinder Sürpriz 10 tane, belki Uykucu Şirin çıkar birinden" diyorsun. İki ayağımın üzerinde durmayı unutuyorum o zaman işte, bacaklarım titriyor. Bulaşıkları yıkayamaz hale geliyorum, salak saçma cümleler kuruyorum, bütün o neşemi, suyun tam istediğim sıcaklıkta olmasına yöneltiyor, ona seviniyorum deli gibi mesela.

Oturdum kazak örüyorum sana, istedin diye sadece. Sadece bir kere ağzından şakayla karışık çıktı o cümle diye. Özlüyorum mesela, şu an bile. "Neden?" diyorsun ya hani. "Halime bak, sana karşı böyle dengesiz davranarak seni üzdüğüm için ben üzülüyorum, kimbilir sen ne haldesin, neden yanımdasın ki hala?" Bilmiyorum işte cevabını, bilsem belki sakinleşebilirim biraz, kendimi mantıklı davranmaya zorlayabilirim.

Ne 4 yaşındayım, ne de 14. Ama öyle gibiyim yanında. Bana ne yaptın çocuk?
Lütfen, lütfen beni hemen uyandır, ya da hep böyle bak yüzüme.
Lütfen beni uyandırma. Rüyalarında 4 yaşında da olabilir insan, 14 yaşında da.

14 Şubat 2012 Salı

Benim grim yok belki.
Belki ya hep ya hiç bende.
Belki de mazoşizm sendeki. Öyle.
Ama ne biliyo musun, bilmeden acıttım canını ve o kadar haklısın ki..
Ama o kadar uğraşıyorum ki, ve görmüyorsun ne yaptığımı..
Öyle, farklı "değer"lerimiz demek ki. Senin değerleri ezdim ben belki.
Ve kendime "git" dedirtene kadar da rahat etmedim.
Ama yarım yamalak kalmak istemedim orada, her aradığında bir umut.
Hep ya da hiç dedim, hiç dedin bana.
Hiç.
"Hiçbir şey istemiyorum senden, git."
O "git"i söylettim zorla işte.
Gittim sonra. Ya da belki gidiyorum şu an.
Yoldayımdır belki.
Gitmekteyimdir hala.
Belki.
Sana dedim ya, acıdı işte canım.
O sıfat dedim bana vermediğin. O işte.
O kadar çok şey değişirdi ki..
Ama değişmedi.
Ve ben hak etmiyorum, tek bir eylemini bile, sessizlik yetmeli bana, bi süre.
Öyle işte.
Öyle.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yine.

Sabah uyandım.
Sen ol istedim yanımdaki.
Yine gittin, yine aynı şeyi yaptım ben.
Daha az acıtsın diye belki, ama yine bi işe yaramadı.
Daha çok acıttı hatta, içten içe yine seni acıttım çünkü ben.
Haberin yoktu, acıttım ama.
Yine.

Artık sana kızmaya hakkım yok ki yanımda olmadığın için.
Hep bunu yapacaksam, bu kadar zayıfsam.
Üzülemem ki bana güvenemiyorsun diye, ben kendime güvenemiyorsam.
Bekleyemiyorsam. Kendime seni özleme iznini veremiyorsam. Bırakamıyorsam kendimi, seni de tutamıyorsam.
Hak etmiyorum ki.
Hak etmek için bir şey yapmıyorum ki.
En iyisini yaptın sen giderek.
İyi ki gittin.
İyi ki "kaçtın" benden.
*

11 Şubat 2012 Cumartesi

Olmuyorsa olmuyor.

Ne seni bu kadar acıtabileceğimi, ne de senin beni bu kadar acıtabileceğini biliyordum. Bilseydim böyle olmazdı sanırım, ama onu bilseydim ben ben olmazdım, sen de sen. Bu kadar.
*

8 Şubat 2012 Çarşamba

Ne var ne yok?

Uykusuzum.
Huysuzum.
Yorgunum.
Açım.
İşim var.
Ve bence benden bir şey saklıyorsun.
Ya da belki ben artık iyice yedim kafayı. Eskiden işim gücüm yok, çok boş vaktim var, ondan düşünüyorum bu kadar diyordum, şu an onu da diyemiyorum.
Dedim ya, kafam bir garip çalışıyor benim. Gerekmediği zamanda da aşırı çalışıyor, durmuyor, öyle.
Ben alışkın değilim bu kadar açık olmaya işte, yapılan hareket üzerinde bir beş dakika düşünmem yetiyor anında kendimi kapamama. Çok sağlıksız çıkarımlarım, analizlerim var benim. Ve çok başarısızca sonuçlanmış deneyimlerim. Deniyorum buna rağmen.
Kendimi korunmasız hissediyorum işte bu yüzden, hemen gidip bir yere saklanıyorum. Senin canını yakmak için değil, sen benimkini yakmıyormuşsun gibi yapmak için, kendimi kandırmak için.
Kandıramadığımda sinirleniyorum, buna ben izin verdim diyorum, kendim arandım. Hep kendimle işte derdim. Ben ve kendim sürekli bir kavga halindeyiz senin yaptığın ya da yapmadığın şeyler yüzünden. Çoğu zaman ruhun bile duymuyor, bilsen korkarsın bence bazı şeyleri ne kadar kafama taktığımı. Bu aralar iyice yansıtıyorum bir de ya, açık olayım diye, bu takıntılı halimden de korkacaksın gibi geliyor. Aslında gelmiyordu, şu an iki satır yazdım, hemen geldi. Bak şimdi dönüp soracağım Amaltheian'a sence de öyle mi diye. O nereden bilsin ki aslında, sorunun muhatabı sen olmalısın. Ama sana sormam ki, soramam. "Sorarsam..." diye başlayan 5000 adet senaryo yazarım belki, ama sormam.

Kendimle dedim ya derdim, bozuğum ben, bozuldum çoktan. Yarım yamalak çalışıyorum işte ama kendi kendimi de tamir edemiyorum. Hala bitmedi aslında, ama yazarken bile toplayamıyorum kafamı. Öyle.

Pardon, çıkaramadım, kimdim ben acaba?

Garip garip hareketler peşindeyim.
Bir takım insanların iradeleri ile oynadım. Nihahaha nasıl da başardım demedim ama.
Sonra onların iradelerini yıktıktan sonra da tüm oto kontrol mekanizmamın ağzını kilitledim ve anahtarı çok uzaklara fırlattım.
Ama yazık çok alışmışım o kontrollü bene.
Durmadan bi sağıma dönüp "Ne yapıyorum ben hacı ya, bi yardım ediver be!" diyorum, ses yok seda yok. Cevap vermiyor bana, evet.
*Aslında aldığım, almak üzere olduğum ya da belki almaya çalıştığım sorumluluk deli gibi ödümü kopartıyor, ama sanki öyle bir korku yokmuş gibi davranıyorum.
*Aslında ne istediğimi bilmiyorum, ama biliyormuş gibi atak atak hareketlerde bulunuyorum.
Ve bunlar yetmezmiş gibi can acıtabileceğimi keşfettim işte son zamanlarda. Öteki tarafında oldum bu sefer her şeyin. Ama canını acıttığım adam benim gibi korkak değildi (ki bütün bunların sebebini aslında temelde onun ve kendimin korkularına bağlıyor olmam ayrı ironik), beni karşısına alıp "Ben senin için x, y, z düşünürken sen bana bunları yaptın ve sen benim canımı acıttın" diyebildi. Oysa bende hiç o cesaret olmamıştı. En fazla Şükufe Teyze misali "Hahahayt sen mi acıtacaksın benim canımı, hadi git oradan yılışık şey!" falan diyebiliyorum ben. Şaka şaka, bunu da diyemiyorum, ama desem komik olurdu bence.
Neyse dur, konuya dönmek gerekirse ki telefon falan çaldı, konuyu unuttum ben, hıh evet.
*Aslında can acıtmaktan da, canımın acımasından da çok korkuyorum, ama sanki bu sefer acıtamazmışım ya da acıtamazmış gibi davranıyorum. Ki bu sefer on yüz bin milyon daha çok acıtılır ya da acır bilemiyorum. Uykum var benim hebelelöp. O yüzden gidiyorum, ama bu iş burada bitti zannediyorsan çok yanılıyorsun.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Trajikomiklikler. Olmayacak dualar. Amin demeye çalışmalar. A'da kalmalar. Of.

Şimdi şöyle ki sevgili bidibip, ben çeşit çeşit insan tanıyorum artık, ufkumu genişlettim. Deli miyim ben diye düşünmüyor değilim, bildiğim sığlıkta her şey çok güzeldi biliyordum neresi kum, neresi taş ama yok en iyisi açılayım dedim, sıçtım evet. Her şeye hem de. Fark etmeden insan kırmalar desen bende, medeni ayrılıklar, yine bende, arkadaş kalmalar da gırla gidiyor maşallah.
"Seni kaybetmek istemiyorum, görüşelim, hem belki lazanya yaparsın?" (Çok güzel yemek yapıyorsun, bir de üstüne üstlük seninle çok iyi vakit geçiriyorum, kendimle ilgili sorunlarım var, sen benimle birlikte olacak kadar mükemmel değilsin, çıkardığım kalıba uymuyorsun, ama gitme bak tamamen, tamam mı? Kal orada, kalıba uymasan da, yanında olmak istiyorum.)
"Arkadaşım ol, hayatımda ol, seni seviyorum ben, ol sen işte, ol!" (Ama yüzünü görürsem, kokunu duyarsam, dayanamam. Ondan öyle klavye başında ol. Sesini duyunca da bi kötü oluyorum, onu da duymayayım. Ama çıkma hayatımdan ben seninle konuşayım hep, dertleşeyim, kal hep orada, birlikte olamayız çünkü kırdın beni çok, ama senin yanında olmak istiyorum, ama olmamalıyım çünkü kırıcısın sen, ama iyi de insansın, seninle konuşmak şimdilik zararsız gibi, ama işte ekranda ol, yanımda olma, elimizden bir kaza çıkabilir.)

Peki buna benim ruhum nasıl dayanacak ki? Bu kadar sene sonra kendimi bıraktım, olduğum gibi oldum işte, olduğum halim bu kadar mı "iyi"? Bu kadar mı "yetersiz" sizin için? "Yetmez ama kal, gitme" ne demek? Benim canım acımaz mı? O kadar savunmasızım ki yanınızda, kalkanım bile yok. Zamanında düşürdüğüm maskeyi nasıl takabilirim geri? Takmasam, desem ki ihtiyacım var bundan fazlasına, benimle oraya gelmek isteyen yok.

Sanırım daha yalnız olmadım.