24 Şubat 2012 Cuma

Beklentilerim ve ben.

Ben bundan korkuyordum ki işte.
Bir şeye çok ihtiyaç duymaktan, çok ihtiyaç duyduğumu kendime itiraf etmekten.
O şey için, başkasına muhtaç olmaktan.
Bugün iki farklı soru vardı karşımda, iki farklı insandan gelen;
"Benden beklentin ne?" ve "Hayattan beklentin ne peki?"
Birine her ne kadar ruh sağlığımı korumak için cevap vermemiş olsam da, ikisinin de cevabı "huzur" aslında.
Huzur. İçinde soru işaretleri bulunmayan, binbir tilki dolaşmayan, "Acaba?" diye sormayan bir kafa.
Erken belki bazı şeyler için savaşmaktan yorulmuş olmak için, ama inan enerjim yok.
O kadar yolunda gitsin ki her şey, sıkılayım istiyorum.
Sana sırtımı yaslarken o kadar emin olayım ki, nefes alabileyim yeniden.
Denge istiyorum.
Sakinlik.
Ne kendimin, ne de başkasının karmaşık duygu ve hareketleriyle uğraşmamak.
Öyle.
Huzur.
* - "Çünkü kalmak istiyorum artık."

23 Şubat 2012 Perşembe

4-14-24

Ne kadar uzun zaman oldu o iki kelimeyi söylemeyeli..
Öyle garip hissettim ki, çaresiz gibi çok, çok güçsüz gibi.
Öyle bir sarıldın ki bana, "Tamam," dedim, "burada bir şey olmaz bana."
Sonra gece, "Hissediyor musun şimdi?" dediğinde anladım, senelerdir içimdeki boşluğun ne kadar büyük olduğunu.

Hissettim çünkü, hissettikçe canım acıdı. Çünkü neyin eksik olduğunu bilmiyorsan, eksik olan şey olmadan da yaşayabilirsin, o kadar acımaz. Ama şu an o benim mi, onu bile bilmiyorum. Alıyorsun, götürüyorsun uzağa bazen kendini. Saklanıyorsun bir yere, seslensem de çıkmıyorsun, almıyorsun beni içeri. "Git," diyorsun, "bak yoksa düşersin benimle, hiç iyi değilim ne zamandır." Sonra bir gülüyorsun, "sesin öyle olmasın ama bak" diyorsun, bir kere bakıyorsun gözümün içine ya da "Tamam çocuk, alıcam yarın sana Kinder Sürpriz 10 tane, belki Uykucu Şirin çıkar birinden" diyorsun. İki ayağımın üzerinde durmayı unutuyorum o zaman işte, bacaklarım titriyor. Bulaşıkları yıkayamaz hale geliyorum, salak saçma cümleler kuruyorum, bütün o neşemi, suyun tam istediğim sıcaklıkta olmasına yöneltiyor, ona seviniyorum deli gibi mesela.

Oturdum kazak örüyorum sana, istedin diye sadece. Sadece bir kere ağzından şakayla karışık çıktı o cümle diye. Özlüyorum mesela, şu an bile. "Neden?" diyorsun ya hani. "Halime bak, sana karşı böyle dengesiz davranarak seni üzdüğüm için ben üzülüyorum, kimbilir sen ne haldesin, neden yanımdasın ki hala?" Bilmiyorum işte cevabını, bilsem belki sakinleşebilirim biraz, kendimi mantıklı davranmaya zorlayabilirim.

Ne 4 yaşındayım, ne de 14. Ama öyle gibiyim yanında. Bana ne yaptın çocuk?
Lütfen, lütfen beni hemen uyandır, ya da hep böyle bak yüzüme.
Lütfen beni uyandırma. Rüyalarında 4 yaşında da olabilir insan, 14 yaşında da.

14 Şubat 2012 Salı

Benim grim yok belki.
Belki ya hep ya hiç bende.
Belki de mazoşizm sendeki. Öyle.
Ama ne biliyo musun, bilmeden acıttım canını ve o kadar haklısın ki..
Ama o kadar uğraşıyorum ki, ve görmüyorsun ne yaptığımı..
Öyle, farklı "değer"lerimiz demek ki. Senin değerleri ezdim ben belki.
Ve kendime "git" dedirtene kadar da rahat etmedim.
Ama yarım yamalak kalmak istemedim orada, her aradığında bir umut.
Hep ya da hiç dedim, hiç dedin bana.
Hiç.
"Hiçbir şey istemiyorum senden, git."
O "git"i söylettim zorla işte.
Gittim sonra. Ya da belki gidiyorum şu an.
Yoldayımdır belki.
Gitmekteyimdir hala.
Belki.
Sana dedim ya, acıdı işte canım.
O sıfat dedim bana vermediğin. O işte.
O kadar çok şey değişirdi ki..
Ama değişmedi.
Ve ben hak etmiyorum, tek bir eylemini bile, sessizlik yetmeli bana, bi süre.
Öyle işte.
Öyle.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yine.

Sabah uyandım.
Sen ol istedim yanımdaki.
Yine gittin, yine aynı şeyi yaptım ben.
Daha az acıtsın diye belki, ama yine bi işe yaramadı.
Daha çok acıttı hatta, içten içe yine seni acıttım çünkü ben.
Haberin yoktu, acıttım ama.
Yine.

Artık sana kızmaya hakkım yok ki yanımda olmadığın için.
Hep bunu yapacaksam, bu kadar zayıfsam.
Üzülemem ki bana güvenemiyorsun diye, ben kendime güvenemiyorsam.
Bekleyemiyorsam. Kendime seni özleme iznini veremiyorsam. Bırakamıyorsam kendimi, seni de tutamıyorsam.
Hak etmiyorum ki.
Hak etmek için bir şey yapmıyorum ki.
En iyisini yaptın sen giderek.
İyi ki gittin.
İyi ki "kaçtın" benden.
*

11 Şubat 2012 Cumartesi

Olmuyorsa olmuyor.

Ne seni bu kadar acıtabileceğimi, ne de senin beni bu kadar acıtabileceğini biliyordum. Bilseydim böyle olmazdı sanırım, ama onu bilseydim ben ben olmazdım, sen de sen. Bu kadar.
*

8 Şubat 2012 Çarşamba

Ne var ne yok?

Uykusuzum.
Huysuzum.
Yorgunum.
Açım.
İşim var.
Ve bence benden bir şey saklıyorsun.
Ya da belki ben artık iyice yedim kafayı. Eskiden işim gücüm yok, çok boş vaktim var, ondan düşünüyorum bu kadar diyordum, şu an onu da diyemiyorum.
Dedim ya, kafam bir garip çalışıyor benim. Gerekmediği zamanda da aşırı çalışıyor, durmuyor, öyle.
Ben alışkın değilim bu kadar açık olmaya işte, yapılan hareket üzerinde bir beş dakika düşünmem yetiyor anında kendimi kapamama. Çok sağlıksız çıkarımlarım, analizlerim var benim. Ve çok başarısızca sonuçlanmış deneyimlerim. Deniyorum buna rağmen.
Kendimi korunmasız hissediyorum işte bu yüzden, hemen gidip bir yere saklanıyorum. Senin canını yakmak için değil, sen benimkini yakmıyormuşsun gibi yapmak için, kendimi kandırmak için.
Kandıramadığımda sinirleniyorum, buna ben izin verdim diyorum, kendim arandım. Hep kendimle işte derdim. Ben ve kendim sürekli bir kavga halindeyiz senin yaptığın ya da yapmadığın şeyler yüzünden. Çoğu zaman ruhun bile duymuyor, bilsen korkarsın bence bazı şeyleri ne kadar kafama taktığımı. Bu aralar iyice yansıtıyorum bir de ya, açık olayım diye, bu takıntılı halimden de korkacaksın gibi geliyor. Aslında gelmiyordu, şu an iki satır yazdım, hemen geldi. Bak şimdi dönüp soracağım Amaltheian'a sence de öyle mi diye. O nereden bilsin ki aslında, sorunun muhatabı sen olmalısın. Ama sana sormam ki, soramam. "Sorarsam..." diye başlayan 5000 adet senaryo yazarım belki, ama sormam.

Kendimle dedim ya derdim, bozuğum ben, bozuldum çoktan. Yarım yamalak çalışıyorum işte ama kendi kendimi de tamir edemiyorum. Hala bitmedi aslında, ama yazarken bile toplayamıyorum kafamı. Öyle.

Pardon, çıkaramadım, kimdim ben acaba?

Garip garip hareketler peşindeyim.
Bir takım insanların iradeleri ile oynadım. Nihahaha nasıl da başardım demedim ama.
Sonra onların iradelerini yıktıktan sonra da tüm oto kontrol mekanizmamın ağzını kilitledim ve anahtarı çok uzaklara fırlattım.
Ama yazık çok alışmışım o kontrollü bene.
Durmadan bi sağıma dönüp "Ne yapıyorum ben hacı ya, bi yardım ediver be!" diyorum, ses yok seda yok. Cevap vermiyor bana, evet.
*Aslında aldığım, almak üzere olduğum ya da belki almaya çalıştığım sorumluluk deli gibi ödümü kopartıyor, ama sanki öyle bir korku yokmuş gibi davranıyorum.
*Aslında ne istediğimi bilmiyorum, ama biliyormuş gibi atak atak hareketlerde bulunuyorum.
Ve bunlar yetmezmiş gibi can acıtabileceğimi keşfettim işte son zamanlarda. Öteki tarafında oldum bu sefer her şeyin. Ama canını acıttığım adam benim gibi korkak değildi (ki bütün bunların sebebini aslında temelde onun ve kendimin korkularına bağlıyor olmam ayrı ironik), beni karşısına alıp "Ben senin için x, y, z düşünürken sen bana bunları yaptın ve sen benim canımı acıttın" diyebildi. Oysa bende hiç o cesaret olmamıştı. En fazla Şükufe Teyze misali "Hahahayt sen mi acıtacaksın benim canımı, hadi git oradan yılışık şey!" falan diyebiliyorum ben. Şaka şaka, bunu da diyemiyorum, ama desem komik olurdu bence.
Neyse dur, konuya dönmek gerekirse ki telefon falan çaldı, konuyu unuttum ben, hıh evet.
*Aslında can acıtmaktan da, canımın acımasından da çok korkuyorum, ama sanki bu sefer acıtamazmışım ya da acıtamazmış gibi davranıyorum. Ki bu sefer on yüz bin milyon daha çok acıtılır ya da acır bilemiyorum. Uykum var benim hebelelöp. O yüzden gidiyorum, ama bu iş burada bitti zannediyorsan çok yanılıyorsun.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Trajikomiklikler. Olmayacak dualar. Amin demeye çalışmalar. A'da kalmalar. Of.

Şimdi şöyle ki sevgili bidibip, ben çeşit çeşit insan tanıyorum artık, ufkumu genişlettim. Deli miyim ben diye düşünmüyor değilim, bildiğim sığlıkta her şey çok güzeldi biliyordum neresi kum, neresi taş ama yok en iyisi açılayım dedim, sıçtım evet. Her şeye hem de. Fark etmeden insan kırmalar desen bende, medeni ayrılıklar, yine bende, arkadaş kalmalar da gırla gidiyor maşallah.
"Seni kaybetmek istemiyorum, görüşelim, hem belki lazanya yaparsın?" (Çok güzel yemek yapıyorsun, bir de üstüne üstlük seninle çok iyi vakit geçiriyorum, kendimle ilgili sorunlarım var, sen benimle birlikte olacak kadar mükemmel değilsin, çıkardığım kalıba uymuyorsun, ama gitme bak tamamen, tamam mı? Kal orada, kalıba uymasan da, yanında olmak istiyorum.)
"Arkadaşım ol, hayatımda ol, seni seviyorum ben, ol sen işte, ol!" (Ama yüzünü görürsem, kokunu duyarsam, dayanamam. Ondan öyle klavye başında ol. Sesini duyunca da bi kötü oluyorum, onu da duymayayım. Ama çıkma hayatımdan ben seninle konuşayım hep, dertleşeyim, kal hep orada, birlikte olamayız çünkü kırdın beni çok, ama senin yanında olmak istiyorum, ama olmamalıyım çünkü kırıcısın sen, ama iyi de insansın, seninle konuşmak şimdilik zararsız gibi, ama işte ekranda ol, yanımda olma, elimizden bir kaza çıkabilir.)

Peki buna benim ruhum nasıl dayanacak ki? Bu kadar sene sonra kendimi bıraktım, olduğum gibi oldum işte, olduğum halim bu kadar mı "iyi"? Bu kadar mı "yetersiz" sizin için? "Yetmez ama kal, gitme" ne demek? Benim canım acımaz mı? O kadar savunmasızım ki yanınızda, kalkanım bile yok. Zamanında düşürdüğüm maskeyi nasıl takabilirim geri? Takmasam, desem ki ihtiyacım var bundan fazlasına, benimle oraya gelmek isteyen yok.

Sanırım daha yalnız olmadım.