23 Kasım 2012 Cuma

Yıllardır yanımda. Ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim, ne giyersem giyeyim, saçım nasıl olursa olsun, makyajım olmasın, makyajım akmış olsun, hasta olayım, gözlerim şişmiş olsun ağlamaktan, burnum akmış olsun, huysuz olayım, sinirli olayım, üzgün olayım, heyecanlı olayım, mutluluktan öleyim. Yanımda hep. En önemli anlarımın şahidi o, hakkımda benim bile bilmediklerimi bilen de. Herkes bana arkasını döndüğünde, konu ne diye sormadan dimdik yanımda dikilen de o, kendimi en kötü hissettiğim anda yüzümü güldüren de. Hatta daha fazla mutlu olamam diye düşünürken, balonlarla, çiçeklerle, söyledikleriyle beni bulutların üzerine çıkartan da.

Hep vardı bir şey. Küçük bir zaaf, küçük bir 'crush'. 'Olmadı, evleniriz' geyikleri, garip garip şakalar.

Ama hiç bu kadar ciddi çıkmamıştın karşıma, seninle o gün konuşana kadar, sana o gün o kadınlardan bahsettin diye kızdığımı bilmiyordum mesela, tam da o gün "hadi birlikte olalım" desen, "evet" diyeceğimi de bilmiyordum, bir başka gün seni kıskandığımı da. Sana söylerken fark ettim sanırım.

Kafandaki planları anlattın işte, sırf benim 'evlenme' geyiğimi ciddiye aldığın için. Kafandaki plan, sonunda seninle olmammış meğer başından beri, uzak olmamız ölesiye mutsuz ediyormuş seni. Hala uzaksın, değişen bir şey yok, sadece karışan kafam var.

Sevgilim var, huzur veren, seven, sevdiğim, sakin, dingin. O da beni seviyor olduğum gibi. Ama hiç görmedi mesela beni 16 yaşımda 'Giyecek hiçbir şeyim yok' diye ağlarken. Sırf yüzüm biraz gülsün diye ortalığı ayağa kaldırmadı hiç, ona o kadar kapris yapmadığımdan. Benimle sokaklarda sekerek yürümedi de, dışarıda deli gibi yağmur yağarken benimle dans edip, bittiğinde izleyen insanlara selam da vermedi hiç. Haksızlık ediyorum belki, o benimle hiç 16 yaşında olmadı çünkü.

Ama mutluyum ben, ama huzurluyum, ama güzel burası, ama seviyorum farklı bir şekilde daha önce tanıdığım herkesten. O da beni sevmekten başka hiçbir şey yapmadı ki zaten.

Dengemi bozdun adam. Çok pis bozdun.


"i just wanted you to know that
bill was underreacting compared to me when he learns that his blonde was getting married
could i make my point?"



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Renkler!

Renkler gibisin. Öyle parlak, canlı, gözlerimi alamadığım.
Güzelsin. Çok.
Hatta, en güzel renk sensin.
Ve her düşer gibi olduğumda, refleks olarak elin uzanıyor, beni tutmak için.
Bütün istediğim buydu ki benim. İyi ki varsın, iyi ki geldin.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

İyiyim ben, bu sefer gerçekten.

Huzurum var çünkü. Çünkü, seni tanımaya çalışıyorum. Eskiden, biraz zorluk, biraz heyecan, biraz atraksiyon olsun diye hep sende olanlara sahip olmayan kim varsa onları kovalardım. Olmayanı oldurmaya çalışırdım, savaşırdım hep, sanki aşk, birçok zaferin sonunda verilen ödülmüş gibi.
 Savaşmadım hiç senin için, seni de savaştırmadım kendim için. Bıraktım sadece öyle, bıraktın sen de. Öptün sadece, öp diye yanaşmıştım ben de zaten, o kadar. Sonra zamana izin verdik, görevi olan her neyse onu yapsın diye. Başka hiçbir şey yapmadık, gerek kalmadı ki zaten. Sonra, bir baktım, huzur, mutluluk ve aşk nerede olduğumu kendiliğinden keşfetmiş; belki de zaman söylemiştir onlara nerede saklandığımızı.
Evet, tanıyorum seni ve hakkında keşfettiğim her şey, sana daha da hayran olmama neden oluyor. Her cümlende kendimden biraz daha fazla şey buluyorum. Korkuyorum bazen, sen de aynı hayranlıkla bana bakarken. "Ya" diyorum, "ya fark ederse normal bir insan olduğumu?" Sen bana her "Nesin sen?" diye sorduğunda korkuyorum, çok değişik değilim ki ben, Gökçe'yim işte, 24 yıldır kimse şaşırmadı ki beni gördüğüne bu kadar! Neden şaşırıyorsun ki sen? Şaşırmasana, ya yanlış bir şey yaparsam birden? Daha da kötüsü, ya normal bir şey yaptığımı fark edersen? Ya gidersen sonra? Ya giderse huzur, mutluluk? Bakmasana öyle, sen öyle bakınca şaşırıyorum ben. Biraz çirkin olsana? Ya sıkılırsan sonra kahramanlıktan?


No te amo como si fueras rosa de sal, topacio

o flecha de claveles que propagan el fuego:

te amo como se aman ciertas cosas oscuras,

secretamente, entre la sombra y el alma.

Te amo como la planta que no florece y lleva

dentro de sí, escondida, la luz de aquellas flores,

y gracias a tu amor vive oscuro en mi cuerpo

el apretado aroma que ascendió de la tierra.

Te amo sin saber cómo, ni cuándo, ni de dónde,

te amo directamente sin problemas ni orgullo:

así te amo porque no sé amar de otra manera,

sino así de este modo en que no soy ni eres,

tan cerca que tu mano sobre mi pecho es mía,

tan cerca que se cierran tus ojos con mi sueño.
P. Neruda Soneto XVII

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Peace.

'Sıkıcı'yı yaşıyorum. Sıkıcı. Ama gerçekten hiç şikayet etmiyorum halimden. O kadar çok huzurum var ki. O kadar çok huzurum var ki, kalkıp paintball oynamaya, dağ başında ATV sürmeye gidebiliyorum. Hayatımın engebesi olmadığı zaman, tüm enerjimi başka insanlara harcamam gerekmediği zaman, ağaçların arasında koşturacak, hatta hız yapacak enerjim kalıyormuş demek ki. Kalıyor ve artıyor bile enerjim. O kadar sıkıcı ki, acaba yarın ne olacak diye düşünmüyorum. Dün ne oldu, neden öyle oldu diye de düşündüğüm yok pek. Küçük ufak heyecanlar var, çoğu zaman güzel olanlar. O kadar sıkıcı ki, hayat akıyor, gidiyor, ben de bıraktım kendimi. Akrobatik hareketler yok. Sakin. Güzel. Peace is all I've been needing.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Laid back.

Sanırım artık sırtımı yaslayabilmeliyim. Çünkü ben sırtımı yaslayabilmek istiyordum zaten. "Oh, tamam, sıkıntı yok" diyebilmek. Kapı gibi bir adam var orada. Sağlamlığından şüphe duymama neden olabilecek hiçbir şey yaşamadık, duymadım, yapmadı, ve saire. Hatta tam tersi, "Buradayım ben, bir yere gittiğim yok, gitmeye niyetim de yok" diye bas bas bağırıyor attığı her adım. Tek engel, benim sırtımda daha önceden oluşmuş, geçmiş düşmelere dayalı morluklar. Bir de o dimdik durma alışkanlığı, diken üstünde hep. Öyle, diken üstündeyim hala manasızca. O kadar.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Şimdi de bunlar geldi içimden.

Bence benim gerçekten davranış sistemimin temelinde sıkıntı var, evet. Baştan inşa etmem gerekiyor olabilir. Bana istediğim her şey bir şekilde verilince de saçmalıyorum. Geçenlerde Amaltheian demişti bence bize müstehak bunlar diye, öyledir belki. Duramıyorum. Elimdekini ya alırlarsa diye, daha fazlasını depolamaya çalışıyorum sürekli. Daha önce elimden alınanlara karşı bir nevi kendimi bir şekilde sigorta ettirmek belki, ne bileyim. Belki tüm bu yaşananlara rağmen hayatta kalmanın başka bir yolu vardı, ama ben kaçırdım onu. Belki de o kadar kırıldım ki, bundan sonra yaşayacağım her şey kırık olmak zorunda. Hiç bu kadar içten pazarlıklı düşünmek istemedim, biliyor musun? O anın güzelliğine hiçbir şekilde "ya ... olursa" gibi cümlelerle zarar getirmek de istemedim. Olmakta olanı düşünmek istedim hep, olmuş olanı değil, olabilecek olanı hiç değil. Onu aldılar elimden belki, belki ben verdim. Bilmiyorum. Sadece yaralarımın tek bir kabuğu yok artık, birkaç tane var. Ben kaşımaya çalıştıkça elime vurulsa da, varlar onlar. Derim görünmüyor artık. Yaşadıklarımla el ele verip, içimi çirkinleştirdim. Ojemin ne renk olduğu ne fark eder ki? Keşke olsak.

12 Nisan 2012 Perşembe

"Gidiyorum bak, şimdi gittim, bak gidicem, hadi gittim görüşürüz, şaka şaka gidemedim yine bak" gibi şeyler bir yere kadar söylenebiliyor sanırım. Sonra birden fark ediyorsun uzun süredir yüzüne bakmadığın "kendine saygı" denilen halt üstün gelmiş. Herkesi yenmiş, "hani bana, hani bana?" diyor.
Ne biliyor musun?
Yazıklar da olmasın uçurtma halime bence. Uçayım ben, istediğim yüksekliğe çıkayım, biri tutarsa ipin ucundan, kaybolamam ki istesem de.
Hatta bumerang halime yazıklar olsun, o halim gelmesin hiç geri.

Mesele ne aslında biliyor musun?
Şimdi de mutlu değilim aslında, ama kimse bana sınırlar koymuyor şu an. Mutluluğun tam sınırına çizgi çekip, "hayır, sen buraya gelemezsin" demiyor kimse. Belki kolay bulunan bir şey değil mutluluk, ama biliyorum artık, o gidebileceğim yerlerde. Belki yine de gidemem uzun süre o yerlere, ama şu şaşkın halimin verdiği haz bile uzun süre idare eder beni, gerçekten.
Ve son bir şey daha;
Kendini istediğin kadar üz, istediğin kadar hırpala, hiçbir şeyin diyetini ödemiş olmuyorsun, bari mutlu ol.
Bu kadar.
Daha fazla düşünecek vaktim bile yok!